بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
فَمَنۡ أَظۡلَمُ مِمَّنِ ٱفۡتَرَىٰ عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًا أَوۡ كَذَّبَ بِـَٔايَٰتِهِۦٓۚ أُوْلَٰٓئِكَ يَنَالُهُمۡ نَصِيبُهُم مِّنَ ٱلۡكِتَٰبِۖ حَتَّىٰٓ إِذَا جَآءَتۡهُمۡ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوۡنَهُمۡ قَالُوٓاْ أَيۡنَ مَا كُنتُمۡ تَدۡعُونَ مِن دُونِ ٱللَّهِۖ قَالُواْ ضَلُّواْ عَنَّا وَشَهِدُواْ عَلَىٰٓ أَنفُسِهِمۡ أَنَّهُمۡ كَانُواْ كَٰفِرِينَ ٣٧
O halde Allaha karşı (demediğini söyledi diye) yalan uydurub atandan, yahud Onun âyetlerini yalan sayandan daha zaalim kimdir? Onların kitabdan nasıybleri (ne ise) kendilerine erişecekdir. Nihayet elçi (melek) lerimiz, canlarını almak üzere onlara geldikleri vakit diyecekler ki: «Allâhı bırakıb da tapa geldiğiniz (tanrılarınız) nerede»? (Cevaben şöyle) diyecekler: «Onlar bizi bırakıb gaaib oldular». Kendileri kendi aleyhlerine, muhakkak küfredenler olduklarına, şâhidlik edeceklerdir.
قَالَ ٱدۡخُلُواْ فِيٓ أُمَمٖ قَدۡ خَلَتۡ مِن قَبۡلِكُم مِّنَ ٱلۡجِنِّ وَٱلۡإِنسِ فِي ٱلنَّارِۖ كُلَّمَا دَخَلَتۡ أُمَّةٞ لَّعَنَتۡ أُخۡتَهَاۖ حَتَّىٰٓ إِذَا ٱدَّارَكُواْ فِيهَا جَمِيعٗا قَالَتۡ أُخۡرَىٰهُمۡ لِأُولَىٰهُمۡ رَبَّنَا هَٰٓؤُلَآءِ أَضَلُّونَا فَـَٔاتِهِمۡ عَذَابٗا ضِعۡفٗا مِّنَ ٱلنَّارِۖ قَالَ لِكُلّٖ ضِعۡفٞ وَلَٰكِن لَّا تَعۡلَمُونَ ٣٨
(Allah) diyecek: «İns ve cinden sizden evvel geçmiş ümmetler arasında siz de girin bu ateşin içine». Her ümmet girdikçe (kendisine uyub saydığı) hemşiresine lâ'net edecek. Nihayet hepsi birbiri ardınca oraya girib toplanınca da sonrakiler evvelkiler için: «Ey Rabbimiz, diyecek, işte bizi bunlar saptırdılar. Onun için bunlara ateşden katmerli azâb ver». Buyuracak ki: «Herkes için katmerli. Şu kadar ki siz (bunu) bilmezsiniz».
وَقَالَتۡ أُولَىٰهُمۡ لِأُخۡرَىٰهُمۡ فَمَا كَانَ لَكُمۡ عَلَيۡنَا مِن فَضۡلٖ فَذُوقُواْ ٱلۡعَذَابَ بِمَا كُنتُمۡ تَكۡسِبُونَ ٣٩
Onların evvelkileri de sonrakilerine: «Sizin bize karşı hiçbir üstünlüğ (ünüz) yokdur. O halde ne kazanmış idiyseniz karşılığı olan azabı tadın» dedi (diyecek).
إِنَّ ٱلَّذِينَ كَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِنَا وَٱسۡتَكۡبَرُواْ عَنۡهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمۡ أَبۡوَٰبُ ٱلسَّمَآءِ وَلَا يَدۡخُلُونَ ٱلۡجَنَّةَ حَتَّىٰ يَلِجَ ٱلۡجَمَلُ فِي سَمِّ ٱلۡخِيَاطِۚ وَكَذَٰلِكَ نَجۡزِي ٱلۡمُجۡرِمِينَ ٤٠
Bizim âyetlerimizi yalan sayıb da onlara karşı kibirlenmek isteyenler (yok mu?) onlar için gök kapıları açılmayacak, onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar, cennete girmeyeceklerdir. Biz günahkârları böyle cezalandırırız.
لَهُم مِّن جَهَنَّمَ مِهَادٞ وَمِن فَوۡقِهِمۡ غَوَاشٖۚ وَكَذَٰلِكَ نَجۡزِي ٱلظَّٰلِمِينَ ٤١
Onlara cehennem (de, altlarında ateş) den döşekler, üstlerinde (yine ateşden) örtüler vardır. Biz zaalimleri böyle cezalandırırız.
وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ لَا نُكَلِّفُ نَفۡسًا إِلَّا وُسۡعَهَآ أُوْلَٰٓئِكَ أَصۡحَٰبُ ٱلۡجَنَّةِۖ هُمۡ فِيهَا خَٰلِدُونَ ٤٢
Îman edip de güzel amel (ve hareket) lerde bulunanlar (a gelince:) — ki biz hiç bir kimseye gücü yeteceğinden başkasını yüklemeyiz— onlar cennetin yaranıdırlar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.
وَنَزَعۡنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنۡ غِلّٖ تَجۡرِي مِن تَحۡتِهِمُ ٱلۡأَنۡهَٰرُۖ وَقَالُواْ ٱلۡحَمۡدُ لِلَّهِ ٱلَّذِي هَدَىٰنَا لِهَٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهۡتَدِيَ لَوۡلَآ أَنۡ هَدَىٰنَا ٱللَّهُۖ لَقَدۡ جَآءَتۡ رُسُلُ رَبِّنَا بِٱلۡحَقِّۖ وَنُودُوٓاْ أَن تِلۡكُمُ ٱلۡجَنَّةُ أُورِثۡتُمُوهَا بِمَا كُنتُمۡ تَعۡمَلُونَ ٤٣
Kinden göğüslerinde (dünyâdan kalma) ne varsa söküb atacağız. Altlarından ırmaklar akacakdır. «Hamd olsun Allaha ki, derler, bizi hidâyetiyle buna kavuşdurdu. Eğer Allah bize hidâyet etmeseydi kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş olamazdık. Andolsun ki, Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişlerdir». Onlara: «İşte (dünyâda) yapmakda devam etdiğiniz (iyi işler) sayesinde mîrascı edildiğiniz cennet budur» diye nida edilecekdir.
وَنَادَىٰٓ أَصۡحَٰبُ ٱلۡجَنَّةِ أَصۡحَٰبَ ٱلنَّارِ أَن قَدۡ وَجَدۡنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقّٗا فَهَلۡ وَجَدتُّم مَّا وَعَدَ رَبُّكُمۡ حَقّٗاۖ قَالُواْ نَعَمۡۚ فَأَذَّنَ مُؤَذِّنُۢ بَيۡنَهُمۡ أَن لَّعۡنَةُ ٱللَّهِ عَلَى ٱلظَّٰلِمِينَ ٤٤
Cennet yârânı, ateş yaranına (cehennemliklere): «Rabbimizin bize va'detdiğini hak bulduk. Siz de Rabbinizin (tehdîd olarak) bildirdiğini (cezayı) gerçek buldunuz mu?» diye nida eder (ler). Onlar da: «Evet (öyle bulduk)» derler. Bunun üzerine aralarında bir münâdî: «Allahın lâ'neti zaalimlerin tepesine» diye ünler.
ٱلَّذِينَ يَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ ٱللَّهِ وَيَبۡغُونَهَا عِوَجٗا وَهُم بِٱلۡأٓخِرَةِ كَٰفِرُونَ ٤٥
Ki Onlar, Allahın yolundan (insanları) men' edegelenler, onu eğri (hakka aykırı) bir haale getirmek isteyenlerdi. Onlar âhireti de inkâr edicilerdi».
وَبَيۡنَهُمَا حِجَابٞۚ وَعَلَى ٱلۡأَعۡرَافِ رِجَالٞ يَعۡرِفُونَ كُلَّۢا بِسِيمَىٰهُمۡۚ وَنَادَوۡاْ أَصۡحَٰبَ ٱلۡجَنَّةِ أَن سَلَٰمٌ عَلَيۡكُمۡۚ لَمۡ يَدۡخُلُوهَا وَهُمۡ يَطۡمَعُونَ ٤٦
İki (taraf) arasında (sûrdan) bir perde ve «A'raaf» üzerinde de (cennetlik ve cehennemliklerin) her birini sîmalarıyle tanıyacak (müvahhid) rical vardır ki onlar henüz oraya (cennete) girmemiş, fakat onlar girmeyi şiddetle arzu eder olarak cennet yaranına: «Selâmün aleyküm» diye nida ederler.
۞ وَإِذَا صُرِفَتۡ أَبۡصَٰرُهُمۡ تِلۡقَآءَ أَصۡحَٰبِ ٱلنَّارِ قَالُواْ رَبَّنَا لَا تَجۡعَلۡنَا مَعَ ٱلۡقَوۡمِ ٱلظَّٰلِمِينَ ٤٧
Gözleri ehl-i cehennem tarafına çevrildiği zaman da: «Ey Rabbimiz, bizi zaalimler güruhu ile beraber bulundurma» derler.